Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması uzun uğraşlar sonucunda gerçekleşmiştir. 20. yüzyıla gelene kadar kadın hakları oldukça sınırlıydı ve kadınlar onlara biçilen ev hanımlığı, annelik gibi toplumsal rolleri yerine getirmekle yükümlüydüler. Seçme ve seçilme gibi kamusal hayata girerek kazandıkları siyasi haklar ancak özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi kavramların gelişmesi ve bunun bir uzantısı sonucunda gerçekleşmiştir. Seçme ve seçilme hakkı ilk kez Fransa’da feodalitenin yıkılmasının ardından mülk sahibi erkeklere tanınan vatandaşlık hakkı olarak karşımıza çıkmıştır. Birçok alanda dönüm noktası olan Fransız İhtilali sonucunda mülk sahibi olmayan erkekler için de bu hak tanınmıştır. Diğer yandan Kadın Hakları Bildirgesi yayınlanmış 1789’da krala sunulmuş, fakat 1793’te tekrar yenilense de kabul olmamıştır ve kadınlar pek çok haktan yine mahrum kalmıştır. Her ne kadar Fransız İhtilali kadın hareketleri için bir dönüm noktası sayılsa da en büyük ve köklü değişim Sanayi Devrimi sonrasında ortaya çıkmıştır. Buharın endüstride kullanılmaya başlanması kadın işgücüne ihtiyacı arttırmıştır.
20. yüzyılda bazı feminist akımların sonucunda Finlandiya, İsveç, Norveç gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Ardından I. Dünya Savaşı’nda İngiliz , 1919 yılında Amerikan kadınlar bu hakka sahip olabilmişlerdir. Türk kadınlarına ise bu hak 1930’lu yıllarda tanınmıştır. Kadınların seçme ve seçilme hakkı için verdikleri mücadele Osmanlı Dönemi'nde başlamış, bu konudaki ilk tartışmalar Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra yaşanmıştır. Bu dönemde Batı ile olan münasebetin artması sonucunda kadının toplumdaki yeri bütün boyutlarıyla tartışmaya açık bir hale gelmiştir. Bu süreç içerisinde kadın teşkilatları II. Meşrutiyet Dönemi’nde çok daha artış göstermiştir. Dönemin sayılı eğitim görmüş kadınlarından olan Halide Edip’in kurduğu “Kadınların Yükselmesi Cemiyeti" kadın haklarını savunan cemiyetler arasında en dikkat çekenidir. Halide Edip bununla yetinmemiş, Türk kızlarının eğitim hakkını elde edebilmesi için yazılar kaleme almış ve eserlerinde kadın-erkek eşitsizliğinden bahsetmiştir.
Meşrutiyetin ilanına kadar temsil sistemi ve meclis yoktu, siyasal egemenlik Osmanlı soyuna ait olup babadan oğula geçmekteydi. 1876 yılında meşrutiyetin ilanıyla ilk meclis kurulmuş, Kanun-i Esasi’ye göre 50.000 erkek için 1 mebus seçme kararına varılmış ve oy hakkı sadece erkeklere tanınmıştır. Aynı zamanda kadınlar, askerlik yapmadıkları ve vergiden muaf oldukları gerekçesiyle nüfus sayımına da dahil edilmemişlerdir. Çünkü Osmanlı’da ilk nüfus sayımı yeni kurulan orduya kaç asker alınacağının saptanması ve vergi gelirinin hesaplanması için yapılmıştır. Toplumsal hayatta eve kapanan, siyasal alanda söz hakkına sahip olamayan kadınlar sosyal hayatta da yer edinemedikleri gibi resmî kayıtlara da geçmemiş, yok sayılmışlardır. Nüfus sayımına dahi eklenmemeleri varlıklarının bile göz ardı edildiğinin en büyük göstergesidir. Kadınların nüfus sayımına dahil olması ancak 1882 yılında devletin içinde bulunduğu mali kriz sebebiyle kaynakların tüketiminde kadınların yerini de saptamak amacıyla gerçekleşmiştir. Kadınlar nüfus sayımına dahil olmak gibi aslında günümüz için çok normal olan bir hakka sahip olabilmişler ve diğer hakları uğruna bütün engellere rağmen cesur karakterlerinden ödün vermemişler ve en sonunda karşılığını almışlardır.
Türk kadınlarının sosyal yaşamını incelemek için Orta Asya Türk devletlerinin kadına olan bakış açısından bahsetmek gerekir. Çünkü yazılı ve sözlü kaynaklara göre o dönemlerde kadınlar en az erkekler kadar birçok hakka sahipti, siyasi hakları oldukça genişti, kadınlar da ülke yönetiminde söz sahibiydi. Orhun Kitabeleri'nde Hakan’ın karısının, kocası ile birlikte Türk toplumunun başına indiği yazmaktadır. Aynı zamanda büyük devletlerden gelen elçileri Hakan yalnız kabul edemez ancak hatun ile birlikte olduklarında elçiler huzura girebilirlerdi. Emirnameler “Hakan ve Hatun buyuruyor ki” şeklinde çıkarılırdı. Ziya Gökalp’in “ Eski kavimler arasında hiçbir kavim Türkler kadar kadına hak vermemiş ve saygı göstermemiştir.” sözü bu durumu özetler niteliktedir. Fakat İslamiyet'in kabulünün ardından İslami kuralların dar ve muhafazakâr yorumlanması sebebiyle kadının toplumdaki hakları oldukça sınırlandı. Farklı kültür ve medeniyetlerin tesiriyle Türk kadını gerek sosyal gerek siyasal alanda bazı haklarını kullanma açısından kısıtlamalara tabi oldu. Osmanlı Dönemi'nde kadın ve erkek ilişkileri şeri hukuka göre belirlenirdi. Evlenme yaşı yoktu ve bunun sonucunda çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının sayısı epey fazlaydı. Evlilikte çok eşlilik yaygındı. Her konuda olduğu gibi kadın evliliğinde de söz hakkına sahip değildi. Boşanma erkeğin isteğine bağlıydı. Aynı zamanda mirasta ve şahitlikte de eşitlik söz konusu değildi. Kadın , toplumda erkeklerden gizlenmeye, peçe ve çarşaf giymeye kısacası âdeta bir kafes hayatı yaşamaya mahkum bırakılmıştı. Kadın ve erkeğin aynı sandala binmesinin, kadınların kaymakçı dükkanlarına girmesinin, ince kumaştan ferace giymesinin, hastalandığında erkek doktora muayene olmasının yasaklanması kadınların nasıl bir baskı altında yaşamak zorunda kaldığını gösteren örneklerden sadece birkaç tanesidir. Atatürk’ün, kadınlarla ilgili ilk devrimci uygulamalarından biri bu yasakları kaldırmak olmuştur.
Cumhuriyet; çökmüş ve karanlık bir dönemde olan devleti aydınlığa kavuşturan bir rejim olmuştur. Dolayısıyla yapılan yeni reformlar, laik hukuk, Cumhuriyet Dönemi’nin amaçlarındandır. 1926 Türk Medeni Kanunu, Hilafetin kaldırılması, dini kurumların kapatılması gibi değişiklikler kadının özgürlüğüne kavuşması için çok önemli reformlardır. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması bu dönemde yapılan reformların kaçınılmaz bir sonucudur ve toplumsal hayatta gerçekleştirilen Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden birisidir. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte kadınlar hak taleplerini yüksek sesle dile getirmişlerdir. İlk olarak 3 Nisan 1930 yılında belediye seçimlerine katılma hakkını kazanmışlardır. Ardından 26 Ekim 1930’da köy kanununun değiştirilmesiyle köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakkını elde etmişlerdir. Milletvekili olmak için ise ilk adımlar 1923’te atılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra kadınların siyasal haklarının tanınması için mücadeleleriyle tanıdığımız Nezihe Muhiddin önderliğinde ilk kadın partisi olan “Kadınlar Halk Fırkası” kurulmak istenmiş olup 1909 seçim kanunu sebebiyle bu girişim Kadınlar Halk Fırkasının “Türk Kadın Birliği” adlı derneğe dönüştürmesi ile sonuçlanmıştır. 1924 anayasası hazırlanırken bu konu tekrar gün yüzüne çıkmış fakat TBMM kolunda bu hakkın sadece erkeklere verilmesi ağır basmış ve kadınların siyasal hakkını sağlaması ertelenmiştir. 5 Aralık 1934’te Başbakan İsmet İnönü ve 191 milletvekili anayasa ve seçim kanununda değişiklik yapılmasını öngören yasa önerisini sunmuştur. 317 üyeli mecliste oylamaya katılan 258 milletvekilinin tamamının oyuyla değişiklik önerisi kabul edilmiştir ve kadınlar 22 yaşından itibaren seçme, 30 yaşında itibaren ise seçilme hakkını kazanmışlardır.
Bu sefer toplum cehalete yenilmemiştir. Asırlardır süregelen aslında Türk kültürüne ait olmayıp farklı medeniyetlerin tesiri sonucunda kadınların baskı altında yaşamasına sebep olan inançlar silsilesi ve toplumsal tabular yok olmuş, kadınlar erkeklerin de sahip olduğu haklardan yararlanmak için verdiği mücadeleyi kazanmıştır. Artık kadınların da sesi resmî olarak duyulmaya ve fikirleri önemsenmeye başlanmıştır. Cumhuriyet’in ilanı ve Atatürk’ün çeşitli devrimleriyle topluma hâkim olan ve geri kalmışlığın en büyük nedenleri olarak kabul edilip cahil kitleleri yönlendiren batıl inançlar, bilim dışı bilgiler son bulmuş, bilimin ışığında ilerlenilen bir çağa geçilmiştir. Eğitim, kamusal alanda özgürlüğe kavuşmak, baskıcı gelenekler ve batıl inançlardan kurtulmak gibi kadının iyiliği ve gelişmesi için olanlar aynı zamanda toplumun iyiliği içindir. Çünkü gelişmeler sonucunda erkekler faydalanıp kadınlar yerinde saymaya devam ediyorsa ve imkânları kısıtlanıyorsa o millet gerilemeye, cahil kalmaya mahkumdur. Cumhuriyet ilerledikçe hem kadınlara hem toplumumuza ışık tutmaya, yol göstermeye devam edecek ve biz Atatürk’ün sayısız devrimlerinin, fikirlerinin, bu haklı mücadelelerinde hiçbir zaman umudunu kaybetmeyip mücadele eden Türk kadınlarının yolundan şaşmayacağız ve kadınların daha iyi bir konuma gelmesi için bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.”
Gökçe DEMİRBAŞ
TBMM’nin 8 Şubat 1935 genel seçimleri ile seçilen ilk kadın milletvekilleri (sağda):
Kaynakça:
https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/turk-kadininin-secme-ve-secilme-hakkini-kazandigi-gun-5-aralik-kadin-haklari-gunu-kutlu-olsun-2777157/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye%27de_kadınlara_seçme_ve_seçilme_hakkının_tanınması
https://www.atam.gov.tr/wp-content/uploads/05-Sevilay-Ozer.pdf
https://kutuphane.dogus.edu.tr/mvt/pdf.php
https://www.catlakzemin.com/5-aralik-1934-turkiyede-kadinlarin-secme-secilme-haklari-tanindi/
Fotoğraflar:
Keystone-France/Gamma-Rapho via Getty Images
https://tarihdersi.net/12-sinif-tc-inkilap-tar-ve-ataturkculuk-dersi-6-unite-cumhuriyet-donemi-inkilaplari-konu-1-siyasi-alanda-yapilan-inkilaplar-kadinlara-siyasal-haklar-verilmesi/konu/kadinlara-siyas-haklarin-verilmesi-202
http://yildizbaglari.meb.k12.tr/icerikler/turk-kadinina-secme-ve-secilme-hakkinin-verilmesi_10392143.html
Bu güzel kaynak için teşekkürler.